27 Haziran 2016 Pazartesi

DOĞU KONFERANSI'NIN İLK ÇAĞRICILARI KİMLERDİ? (EYLÜL 2003)

Doğu Konferansı'nın ilk çağrıcıları (Eylül 2003)


Abdurrahman ARSLAN, Sosyolog-Yazar
Alev ERKİLET, Sosyolog-Yazar
Aydın ÇUBUKÇU, Yazar-Yayıncı
Ertuğrul GÜNAY, Yazar, Eski Milletvekili
Fikret BAŞKAYA, Yazar
Hakan ALBAYRAK, Yazar
Haluk ÖZDALGA, Siyasetçi-Yazar
Hrant DİNK, Yazar-Yayıncı
İbrahim KARAGÜL, Yazar
Kenan ÇAMURCU, Yazar
Mehmet BEKAROĞLU, Yazar, Eski Milletvekili
Mithat SANCAR, Hukukçu-Yazar
Mustafa KARAALİOĞLU, Gazeteci-Yazar
Nihat GENÇ, Yazar
Nuray MERT, Siyaset Bilimci, Yazar
Oral ÇALIŞLAR, Gazeteci, Yazar
Ömer LAÇİNER, Yazar- Yayıncı
Salim USLU, Sendikacı
Sefer TURAN, Gazeteci
Yıldız KAVUNCU, Yazar
Yılmaz ENSAROĞLU, Yazar, İnsan Hakları Savunucusu 

24 Haziran 2016 Cuma

DOĞU KONFERANSI ÖRGÜTÜ ÇAĞRISI




DOĞU KONFERANSI ÖRGÜTÜ ÇAĞRISI

21’nci yüzyılın ilk çeyreği, çevresine tarih bilinci içinde bakan herkesi aynı tesbitte buluşturdu: Tarihin dönüm noktalarından birini ve belki de en kritik önem de olanını yaşıyoruz.

Bu dönüm noktası, müthiş bir paradoksla kendini duyuruyor: Bir yanda uzayın fethinden genetiğe, nükleer fizikten sibernetiğe insanlığın maddi sorunlarının çözümüne muazzam imkanlar sunan bir gelişme düzeyi ve bunlara eşlik eden temel hak ve özgürlükler, şiddetin reddi, katılım, çevre sorumluluğu, demokrasi gibi değerlerin giderek ortak kabuller haline gelişini görmekteyiz. Öte yanda ise bütün kıtalarda artan yoksulluk ve umutsuzluk, derinleşen gelir uçurumları, Ruanda’dan Bosna’ya, Filipinler’den ABD metropollerine kadar her yerde kanlı etnik çatışmalar, soykırıma varan devlet politikaları ile beslenen bir şiddet ve saldırganlık dalgası esmektedir. Ve bu anaforun merkezinde ise rakipsiz askeri-ekonomik-teknik güç ve ağırlığı ile Batılı güçlerin kendi kuvvet hukukunu ikame etmeye dönük, uluslararası hukuk ve evrensel değerleri hiçe sayan politikaları yer alıyor. Bir ‘uygarlıklar çatışması’ tezinden de beslendiği için kibir ve saldırganlık dozu daha da sınırsızlaşan bu yeni emperyal politikaların öncelikli hedefi Ortadoğu ve son kurbanı da Suriye.

Batı uygarlığının yükselişinden beri Ortadoğu benzer durumlarla defalarca karşı karşıya kaldı. Hatta denilebilir ki; Batı’nın askeri, ekonomik... gelişiminin, güç artışının her aşaması Ortadoğu üzerinde yeni bir tahakküm dalgası, işgaller, iç çatışmalar, baskıcı rejimler, suni sınırlar, derinleşen sosyal-siyasal uçurumlar olarak yansıdı, yansıtıldı.

Bir zamanlar Balkan’dan Basra’ya, Kafkaslardan Mısır’a, her bakımdan zengin ve çeşitli olmakla birlikte ortak bir kültür havzası olan bu bölge eklem yerlerinden ayrıştırılmış bir bedene dönüştükçe, hem her birini ikinci sınıf toplum statüsüne iten bu tahakküm dalgalarına karşı direnemedi ve sonuçlarına katlanmak zorunda kaldı. Hem de genel bir özgüven kaybına uğrayarak bu ‘makus kader’ine karşı umutsuz bir öfkeyle teslimiyetçi bir mazlum-kurban söyleminim iç içe geçtiği bir fasit dairenin çeperlerine çarpıp duran bir düşünce-davranış dünyasına hapsoldu.

Ortadoğu’daki tüyler ürpertici kan ve yıkım tablosu karşısında harekete geçerek bir Doğu Konferansı girişimi yeniden canlandıran bizler; önümüze sadece bu fasit dairenin nasıl kırılabileceği sorusunu koyuyor değiliz. Batı uygarlığının ekonomik, bilimsel, kültürel kazanımlarını bu uygarlığın evrensel değer ögelerini iptal edercesine çıplak bir tahakküm ve tehdit aracı olarak kullanması karşısında çaresiz kalan dünyamızın yüz yüze olduğu uygarlık paradoksunu sorgulamaksızın o soruya gerçek bir cevap verilemeyeceğinin bilincindeyiz.

Uygarlığın ilk filizlendiği, bir dizi parlak uygarlığın vatanı ve aynı zamanda ayrı uygarlık dünyaları arasında asırlarca köprü olagelmiş bu bölgenin, bu emsalsiz tarihsel miras ve birikime yakışır bir silkinişe ihtiyacı vardır. Bunun ilk ön koşullarından biri Doğuyu Batı karşıtlığı, bir Doğu-Batı antagonizması temelinde tanımlamanın kısırlığına kapılmamaktır. Batının Doğu, özel olarak Ortadoğu üzerinde icra edegeldiği mütehakkim saldırgan, sömürücü, hatta yağmacı politikaların bölgenin tamamındaki sorunların akutlaşmasındaki payı elbette görmezden gelinemez. Ama yaratıcı bir hamlenin, verimli bir düşünce mecrasının açılabilmesi için tüm ‘Doğulu’ların, öncelikle kendilerini sorgulamaları gerektiği de unutulmamalıdır. Evrensel değerlerin mirasçısı olarak Batıyı da kuşatan bir düşünüş ufku, bir önermeler dizisi neden Doğudan üretilmesin? Bu konuda Batının yaptığı veya yapamadığıyla kendimizi sınırlamak zorunda değiliz.

İkinci ön koşul, bir ucu Hindistan’a öteki ucu Balkanlara açılan yaşadığımız kültür havzasının bileşenleri arasında son yüzyıllarda çeşitli nedenlerle kurumuş, daralmış veya kopmuş her tür ilişki kanallarını açmak, özellikle de bölgenin tarihsel-entelektüel mirasını, kültürel, sanatsal ürünlerini, deneyimlerini birbirlerine aktaracakları, böylece uzun bir aradan sonra birbirlerini yeniden tanıyacakları platformların acilen kurulmasıdır. Doğu Konferansı girişimi bu öncelikli görevi, ülkeler arasında olduğu kadar, düşünce akımları arasında, ortak sorunlar ve sorular etrafında sürekli diyalogları kurumsallaştırarak yerine getirmeyi düşünmekte, önermektedir.

Bizler, kültürel kimliğimizin, tarihsel birikimimizin ve entelektüel sorumluluğumuzun gereği olarak, tüm farklılıklarımızı geri plana atarak, halklarımızın geleceği ile ilgili ortak kaygılar ve sorular temelinde, sinerji yaratacak bir sorgulama, arayış ve keşif harekatı başlatmak ve kendimizi bu bilinç çerçevesinde yeniden üretmek üzere yola çıkmaktayız. Çağrımız, bu diyalog ve arayışı anlamlı bulan, beslendiğimiz, sahiplendiğimiz zengin tarihsel kültürel mirasın çoğul karakterinden katılımcı, eşitlik ve özgürlükçü değerleri damıtarak, önümüze dikilmeye çalışan kaotik, karanlık geleceğe meydan okumaya, yeni, ışıklı bir dünya umudunu hâlâ koruyan herkese açıktır.